27 Aralık 2010 Pazartesi

Akdeniz foku

Akdeniz foku (Monachus monachus), fokgiller (Phocidae) familyasından yeryüzünde sadece doğu Akdeniz sahilleri ile Batı Afrika'nın bir tek sahilinde yaşayan fok türü. Yeryüzündeki toplam 34 yüzgeçayaklı fok türünden Karayip Keşiş foku, en son 1952 yılında görülmek kaydı ile yeryüzünden yok olmuştur. Dolayısıyla dünyada şu anda 33 yüzgeçayak türü vardır.
Konu başlıkları


Yaşama Alanı

Üzerinde yapılaşma olmayan, insanların kolay ulaşamadığı ya da insan etkinliklerinden uzak kalmış, tercihen üreme ve/veya barınma işlevleri gören kıyı mağara ve kovuklarına sahip; sessiz ve tenha kayalık sahilleri yaşama alanı olarak seçen Akdeniz fokları, bu alanların bozulmasından doğrudan etkilenmektedir.

Öte yandan bu tanımdan yola çıkarak Akdeniz foklarının farklı yapıda sahilleri (örneğin kumsal kıyılar ve kıyı yerleşim bölgeleri) kullanmadığı sonucuna varılamaz. Akdeniz fokunun özellikle beslenmek için ıssız kayalık sahillerin dışına çıkarak dolaşım alanını genişlettiğini, kumluk, çakıllık kıyılar ve nehir ağızlarına da uğradığı bilinmektedir. Ancak, Akdeniz fokunun birincil yaşam alanı ıssız ve yapılaşmamış kayalık kıyılardır. Büyük bir deniz memelisi olduğundan dar yaşam alanları içinde barınamaz. Tür ancak, makul büyüklükte ve uygun kıyı alanlarının olması durumunda varlığını sürdürebilir ve güvenle yavrulayabilir. Bazende yavrularını ölü doğururlar.
Dış görünümü

İri bir deniz memelisi olan Akdeniz fokunun boyu 2-3 metre, ağırlığı 200-300 kilogram arasında değişmektedir. Erginlerin vücudunu 5 mm'yi geçmeyen kısa ve sert kıllar kaplar. Su üstünde görüldüğünde en belirgin özellikleri iri kafaları, uzun bıyıkları ve kömür gibi siyah gözleridir. Ergin dişi ile erkekler arasında belirgin bir boy ve kilo farkı yoktur ancak karakteristik renk ayrımları mevcuttur. Karada yatarken vücudun iriliği ve tombul görünümü göze çarpar. Vücudun her iki yanında ön yüzgeçleri (ön üyeler) ve arkada ise iki parça halinde arka yüzgeçleri (arka üyeler) yer alır.

    * Erkek: Siyaha yakın koyu kahverenginde olup karın bölgesinde belirgin bir beyaz leke vardır.

    * Dişi: Açık kahverengi veya gri tonlarda olup karın altları da boyundan kuyruğa kadar sırta göre daha açık hatta beyaza yakın renktedir. Ayrıca üstte bel bölgesinde çiftleşme sırasında erkeklerin neden olduğu tırnak izleri bulunur.

    * Yavru: Doğduğunda boyu yaklaşık 80-90 cm, ağırlığı yaklaşık 20 kilogramdır. Karın bölgesinde istisnasız görülen bariz bir beyaz leke haricinde tüm vücudu havlu gibi 1-1.5 cm uzunluğunda parlak siyah kıllarla kaplıdır. Yavru, anne ve babanın da sahip olduğu bıyıklarla doğar. Yaklaşık iki aylıkken kürkünü değiştirmeye başlar ve bir-iki ay içinde uzun siyah kılların yerini kısa ve parlak gri olanlar alır.'

Davranışı

Akdeniz foku, ürkek ve diğer yüzgeçayaklı türlerine göre daha az sosyal bir canlıdır. Ülkemiz kıyılarında da yaşayan doğu Akdeniz bireyleri genelde tek tek dolaşırlar ve nadiren birlikte görülürler. Araştırmacıların eskiden Türkiye'de zaman zaman 2 ile 4 arasında foku birlikte gözlediği hatta bu sayının çok ender olmakla birlikte 7-8'e kadar çıktığı da bilinmektedir. Birçok özelliği gibi davranışları hakkında da tam bilgi mevcut değildir. Akdeniz foklarının bazı dönemlerde bir araya geldiği ve sonra tekrar dağıldıkları konusunda varsayımlar mevcuttur. Ergin erkek bireyler genelde bir bölge belirler ve yaşantısını burada sürdürürler.

Dişiler erkeğe göre daha gezgin olmakla birlikte, yavrulama döneminde üreme mağarası ve civarını terk etmezler. Genç fok bireyleri ise yetişme dönemlerinde uzak bölgelere gidebilirler. Dişi Akdeniz foklarının çiftleşmek için büyük uzaklıklar katederek erkek fokların yanına geldiği ve daha sonra erkeğin bölgesinden ayrıldığı tahmin edilmektedir. Çiftleşme denizde olur. Dişi fokun cinsel olgunluğa 4-5 yaşında ulaştığı tahmin edilmektedir. Dişi Akdeniz foku 10-11 aylık hamilelik döneminden sonra, her sene ya da 2 senede, bir yavru doğurur. Bu nedenle, Akdeniz foku üreme hızı düşük, yavru sayısı az bir canlıdır. Doğum, insanların uğramadığı (veya ulaşamadığı) ve içinde hava olan bir kıyı mağarasının en ucunda, dalgaların kolay ulaşamayacağı bir çakıl plaj veya kayalık platform üzerinde olur. Anne, yavruyu yaklaşık 4 ay boyunca kendi sütü ile mağara içinde karada emzirir. Akdeniz foku, yavrusunu doğurmak ve büyütmek için mutlaka karaya (ve özellikle kıyı mağaralarına) muhtaçtır.

Dağılımı ve sayısı

Akdeniz fokları 20. yüzyılın başına kadar tüm Akdeniz kıyıları ile doğu Büyük Okyanus kıyılarında Portekiz'den Batı Afrika sahillerindeki Senegal'e kadar 7855.25114

ifade edilen bir nüfusa sahip olarak serbestçe yaşamlarını sürdürüyordu. Ancak aşırı avlanma, yaşam alanları kaybı ve deniz ekosisteminin bozulması nedeniyle türün dünya dağılımı daraldı ve nüfusu hızla azaldı. Akdeniz foku bugün dünyada sadece Türkiye, Yunanistan, Fas, Moritanya ve Madeira Adaları'nda yaşamakta olup toplam nüfusu 600 civarında tahmin edilmektedir. Moritanya sahillerindeki Akdeniz fokları gerçek bir fok kolonisi özelliği göstererek birlikte yaşamakta popülasyonu ise insan baskısı nedeniyle birlikte bulunmak yerine çoğu zaman tek tek dolaşma ve yaşama şeklini seçmeye zorlanmışlardır. Halen az sayıda olsada Türkiye'de Akdenizin doğu sahillerinde rastlanmaktadır.

Akdeniz foku dünyada birbirinden kopuk 2 ana bölgede yaşamaktadır:

   1. Moritanya kıyıları, Madeira Adaları ve Fas
   2. Akdeniz (Yunanistan, Türkiye ve Doğu Akdeniz)

Türün en büyük popülasyonu Ege Denizi'ndeydi. Dolayısı ile Akdeniz fokunun Akdeniz'de soyunu sürdürebilmesi ve ekosistemde varlığını koruyabilmesi esas olarak 2 ülkenin elindedir: Türkiye ve Yunanistan.

Bir dünya mirası olan Akdeniz fokunun korunmasında Türkiye önemli bir ülke konumundadır. Türkiye'de yapılan çeşitli bilimsel çalışmalarda bireysel tanımlama yolu ile 31-44 arasında Akdeniz foku bireyi tanımlanmış olup, kıyılarımızda 100 civarında fok yaşadığı tahmin edilmektedir ki dünyadaki fok popülasyonunun yaklaşık 600 olduğu gözönünde bulundurulduğunda bu sayı önemli bir yer tutmaktadır.

Akdeniz foku dağılımı kıyı boyunca süreklilik yerine belirli bölgelerde yoğunlaşma özelliği göstermektedir.

Türkiye kıyılarında foklar,

   1. Marmara Denizi'nde; Marmara Adaları ve Mola Adaları ile Biga Yarımadası kuzey sahillerinde
   2. Ege'de; Gelibolu Yarımadası'nın Ege kıyıları ile Behramkale arasında ve Yeni Foça ile Datça arasında
   3. Akdeniz'de; Datça ile Kemer arasında, Alanya ile Taşucu arasında ve Hatay Samandağ ile Suriye sınırı arasında kalan sahillerde var olma mücadelesi vermektedir.

Türün korunma derecesine bağlı olarak Türkiye'de Akdeniz foku ölümleri olduğu gibi, yavrulama ve çoğalma da gözlenmektedir. Sayılarının azalma nedeni ise balıkçıların kasıtlı veya kasıtsız fokları öldürmeleridir.

Anadolu Parsı

Anadolu parsı, Orta Doğu ve Batı Asya'da yaygın olan İran leoparının (Panthera pardus saxicolor) Anadolu'da 1980'lere kadar yaşamış olan bir ırkıdır. Uzun süre ayrı bir pars alt türü olarak kabul edilmiş ve Panthera pardus tulliana adı verilmiş, ancak modern genetik araştırmaların bu türün diğer batı ve orta Asya pars türlerinden genetik olarak çok az farklılık gösterdiğini kanıtlaması üzerine İran parsı alt türleine eklenmesi görüşü hakim olmuştur.

Anadolu parsının Anadolu'da hâlâ yaşadığı iddia edilmesi günümüze kadar sürmekte olsa da hatta bazı kişiler Antalya civarında kendilerine saldırdığını iddia etse de, Anadolu'da varlığı 1974 yılından bu yana güvenilir şekilde kanıtlanamamıştır. Bundan dolayı en son bireyin 1974'de Beypazarı'nda vurulduğu kabul edilmektedir.





özellikleri

Boyu 200-250 cm, ağırlığı dişilerde 35-50 kg, erkeklerde 45-70 kg civarındaydı. Yaklaşık ömrü 20 yıldı. Çok çevik olan Anadolu parsı, etoburdu ve geyik, yaban keçisi, yaban domuzu, küçük memeliler ile kuşlar gibi hayvanlar av yelpazesini oluştururdu. Anadolu parsı, Doğu Akdeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde, daha çok ormanlık ve dağlık alanlarda yaşamıştır. Doğal yaşam alanları ve av kaynaklarının azalması parsları insanların yaşadığı yerlere yönlendirmiş ve bu da genellikle vurularak ya da zehirlenerek öldürülmelerine yol açmıştır.
Anadolu'da varlığı hakkında tartışma
1942 yılında Urla/İzmir'de bir çoban tarafından yakalanan bir pars yavrusu önce İzmir'li bir avcı tarafından satın alınarak 9 ay boyunca bakılmış, ardından da İzmir Hayvanat Bahçesi'ne hediye edilmiştir. "Zoza" ismi verilen bu Anadolu parsının 1946 yılında Cafer Tayyar Türkmen tarafından çekilmiş olan fotoğrafı, aynı zamanda Anadolu parsına ait canlı halde çekilmiş bilinen tek fotoğrafı olmuştur.

Anadolu parsı varlığı ile ilgili son resmî kayıt 17 Ocak 1974 tarihinde Beypazarı ilçesinin 5 km batısında bulunan Bağözü köyünden bir kadına saldırması sonrasında vurularak öldürülmesiyle gerçekleşti. 2001 yılında Doğu Akdeniz bölgesi Dandi mevkiinde ve Doğu Karadeniz bölgesi Müsikli Deresi'nde, 2004 yılında da Doğu Karadeniz bölgesi Pokut Yaylası'nda görüldüğü iddia edilmiştir. Ancak bu alt türün doğal yaşam alanları bilindiğinden, özellikle bu son kayıtların bilimsel değeri yoktur ve muhtemelen vaşak ile ilgili olan bu gözlemleri, Anadolu parsı olarak lanse etmek muhtemelen sadece "iyi niyetli" bir spekülasyondan ibarettir.

Ayrıca 2006 yılında Mersin'deki Kayacı Vadisi ormanlık alanında kameralar tarafından bir Anadolu parsı tespit edildiği iddia edilmiş, ancak bu görüntüler de kamuoyu ile paylaşılmamıştır.

Tüm bu iddiaların, doğa koruma örgütlerince, bu türe yönelik kamuoyu ilgisini maddî desteğe tahvil etmek için kurgulandığı iddiası da, farklı çevrelerce dile getirilmektedir.

20. yüzyılın sonlarını görebilmiş son bir kaç bireyin, soylarını devam ettirebilecek gen havuzuna sahip olmadıkları ve 21. yüzyıla ulaşamadıkları kesinleşmiş gibidir. Doğu Toroslar'da kalmış olabileceği varsayılan son 10-11 bireyle ilgili herhangi bir iz bulunamamıştır.

Anadolu parsının varlığını kanıtlamak için doğa gönüllülerinin çabaları aralıksız sürmektedir. Resmî olmayan kayıtlara göre Mersin çevresi en son görüldüğü yerlerdir. Ayrıca Dilek Yarımadası Millî Parkı Anadolu parsını millî park içinde korunan hayvanlar arasında göstermektedir. Bazı bilim adamları Anadolu parsının hala varlığını sürdürdüğünü ama gelecek için yeterli popülasyonunun olmadığını söylemektedirler.

Tür büyük olasılıkla aşırı avlanma sonucu yok olmuştur. Mantolu Hasan adındaki yerel avcının tek başına en az 15 tane Anadolu parsı vurduğu bilinmektedir.

Anadolu parsının Türkiye sınırları dahilinde herhangi bir şekilde avlanması, 22.000 TL para cezasından başlayan yaptırımların yolunu açmaktadır.

Carretta Carretta

Sini kaplumbağası (Caretta caretta), denizlerde yaşar. Yumurtlamak haricinde karaya hiç çıkmaz. Sırt tarafı kırmızımsı kahverengi alt tarafı ise beyazımsı açık sarı renklidir. Bacakları yüzmeye yarayacak biçimde kürek biçimi almıştır ve dış kenarlarında en fazla 2 tırnak bulunur. Oksijeni havadan almasına rağmen uzun süre su altında kalabilir. Yumurtalarını gece kumsallarda açtıkları çukurlara gömerler. Bir defasında 100 yumurta bırakabilir (162'ye kadar tespit edilmiştir). Yavrular 2 aylık kuluçka döneminden sonra gece vakti yumurtadan çıkarak denize giderler.

Akdeniz sahillerine yayılmıştır. En önemli yumurtlama bölgeleri Belek, Anamur, Köyceğiz, Dalyan sahilleridir. Belek kıyıları, Caretta caretta'ların Akdeniz'deki ikinci (Yunanistan'ın Zakintos adasının ardından) ve Türkiye'nin en büyük yumurtlama alanıdır. 2006 yılı içinde Belek'te ise 1000 civarında, Anamur'da 2007 yılında 1040 adet yuva tespit edilmiş ve koruma altına alınmıştır. Kabuk boyları 1 metre kadar büyüyebilir. Balıklar, kabuklular ve su canlıları (özellikle deniz anaları) ile beslenir.

Yaklaşık 106 milyon yıldır yeryüzünde olduklarını düşünülmektedir. İnsanoğlunun yerleşme ve çoğalma kapasitesi yüzünden bugün sayıları giderek azalmaktadır. Nesli tükenme tehlikesi altında olduğu için koruma altındadır.

Kelaynak

Kelaynak (Geronticus eremita), kayalık veya yarı çöl kurak yaşam alanlarında bulunan iri yapılı, suda veya çamurda yürüyen ince uzun kıvrık gagalı, 70-80 cm uzunluğunda, 120-135 cm kanat genişliğinde bir kuş türü.



Özellikleri ve davranışları 

Tüysüz kırmızı bir yüz ve kafaya ile uzun kıvrık kırmızı bir gagaya sahiptir. Sık sık fakat daima akan sulara yakın değildir. İri, parlak, cilalı, siyah kuşlardır. Başlarında tüy olmaması nedeniyle bu adı almışlardır. İlk yumurtadan çıktıklarında yavrunun kafası ve boğazı tüylüdür. Yaşları ilerledikçe bu tüyler yok olur. Siyah tüyleri güneş ışığının farklı açılarında parlak yeşil, kavuniçi ve mor rengini alır. Uçuşları insanı hayrete düşürecek kadar güzel ve zariftir. Kelaynaklar çok sosyaldir, sabahın erken saatlerinde 10-15 km uzaklıktaki beslenme alanlarına guruplar halinde giderler. Uzun ve kıvrık gagalarıyla yiyeceklerini ararlar. Yuvalarını yapma dönemi Şubat-Mart aylarıdır. Yavruları koyu gri renkte olup, yuvada dolaşırken yere düşme tehlikesi yaşarlar. Yumurtadan çıktıktan 2-3 ay sonra palazlanırlar. Erişkin kuşlarla birlikte beslenme alanlarına uçarlar. Kendilerini besleyebilecek duruma gelene kadar anneleri onları 2-3 ay besler. Tek eşli yaşamaları nedeniyle üremeleri çok yavaş olur.Kelaynaklar böceklerden beslenirler.
Yayılış alanları
Birecik'te yapay kafesler

Ortadoğu ve Afrika ,Kuzey Sahra çöllerinde kayalıkların uçurumlarında 2-3 yumurta yumurtlayarak ürer. Böcekler ve diğer küçük yaratıklarla beslenirler. Önceleri Ortadoğu, Kuzey Afrika ve hatta Avrupa Alplerinde yaygın bulunmaktayken 400 yıl önce buralardan yok olmuştur. Kendi mesafe alanında göçmen bir kuştur. Kışı geçirdiği yerler Sudan'ın bir kısmı, Etiyopya, Eritre ve belki de Somali' nin bazı yerleri ,Yemen ve Suudi Arabistan'dır. Bu tür şimdi resmi olarak kritik tehlike sınırındadır. Vahşi olarak yaşayan nüfusu 420 olarak tahmin edilmektedir. Ve yaklaşık 1500'ü tutsaktır (2004). Yaşayabilecekleri yerler Fas,Türkiye ve Suriye'dir.

Dünyada sadece Türkiye'de (Birecik/ Urfa) ve Fas'da koruma altında az sayıda bulunmaktadırlar. Dünya popülasyonları yaklaşık 500 bireydir. Türün doğal yaşam alanı Alpler'den Kızıldeniz'e, Fas'dan Güneydoğu Anadoluya kadar uzanan geniş bir coğrafyadır. Yanlış tarım politikaları sonucunda kurutulan sulak alanlar ve böcek öldürmek için tarlalarda kullanılan ağır kimyasallar (Özellikle DTT) bu kuşun neslini tükenmenin eşiğine getirmiştir.
Tehditler

Kelaynakların yok olmasının birçok sebebi vardır. Bunların başında avcılık ve beslenme sahalarının azalması gelmektedir. 1950 yılında çekirge salgınına karşı yapılan DDT ilaçlaması Birecik'teki kelaynakların hızla yok olmasına yol açmıştır. Kurtulanlar ise ilacın etkisinden birkaç sene yumurta vermemiştir.

Türkiye ve Suriye' deki kelaynakların (Doğu'daki topluluklar) görünüşleri, Fas'daki kelaynaklardan (Batı'daki topluluklar) farklıdır. Bu iki kelaynak topluluğu arasında davranış farklılıkları da vardır. Fas'daki kelaynaklar göç etmezken Birecik ve Suriye'deki kelaynaklar göç eder.

1954 yılında Birecik'te 600 çiftten fazla ve üreyen bir topluluk vardı. DDT ilacının uygulamasından sonra, 1962 yılında Birecik'te toplam 130 çift kelaynak kalmıştı. 1972'ye kadar bunların hiçbiri yumurtlamamıştır. 1973 yılına gelindiğinde ise 26 çift kelaynak kalmıştı. 1982 yılında ise sadece 17 tane kuş Afrika'dan geri dönmüş ve 6 çift doğal ortamında üremiştir.

1990 yılından sonra, Birecik'te yarı yabani kuşlar üreme dönemine hazırlık için Şubat-Mart aylarında kafeslerinden çıkarılır ve göç zamanına doğru Temmuz-Ağustos tekrar kafeslerine alınırlar. Bu dönem içerisinde kuşlar doğal ortamlarında serbestçe uçup, üreyebilirler. Üreme istasyonunun içindeki kayalıklar ve tahta yuvalarda üreyen kelaynaklara günde iki defa yem verilir. Kuşlar aynı zamanda Fırat'ın kenarındaki sahalara gidip beslenebilirler.
Günümüzdeki durum

Çevre ve Orman Bakanlığı'yla, Doğa Derneği tarafından Kelaynaklarla ilgili eğitim projesi uygulanmaktadır. Projeyle, kelaynakların tanıtımına katkı sağlamak ve bölgeye daha çok ziyaretçinin gelmesi hedeflenmektedir. Doğa Derneği tarafından görevlendirilen Turan Çetin ,kelaynakların doğal yaşamları hakkında gözlem yapmakta ve veri alt yapısı oluşturmaktadır. Günümüzde 83 kelaynak olmakla bereber 13 tane yavru bulunmaktadır.Ve Birecik'teki kelaynakların sağlık durumları da iyidir.

Goril

Goril (Gorilla gorilla) , yaşayan en büyük insansı ve primat çeşididir. Diğer çoğu primatın aksine yerde yürür. Otçuldur. Afrika'nın yağmur ormanlarında yaşar. Gorilin 2 alttürü vardır. Goril DNA'sının 95%'iinsan DNA'sı ile benzerlik gösterir. Bu da onu şempanze ve bonobodan sonra insanın yaşayan ikinci en yakın akrabası yapar.

Erkek goril 180-200 cm boyunda ve 200 kg ağırlığındadır. Nadiren 300 kg gelir. Dişisi daha küçük olup, ağırlığı en fazla 100 kg. olur. Dağ gorili, ova goriline göre daha büyüktür. Sürü halinde yaşarlar. Kolları dizlerine kadar gelir. Göğüs kafesi çok gelişmiş, gözleri yuvalarına gömük ve burnu basıktır. Dişleri çok keskindir. Ova gorilinin alnı kızıl kahverengi tüylerle kaplı iken dağ gorilinin alnı siyahtır. Bütün alttürlerin erkeğinin sırtı gümüş beyazı, kalan tüyleri siyahtır. Rahatsız edilmedikçe insana saldırmaz. Fakat tehlikeli bir hayvan olarak bilinir. Goril saldırısına uğrayan bir avcı, ilk kurşunda vuramazsa gorilin tırnaklı pençeleriyle parçalanır. Yumruklarına basarak yürür. İşaret parmağa karşı gelen baş parmakları sayesinde nesneleri rahatça kavrar. Ağaç üzerinde dolaşırken tutunacağı dalın vücut ağırlığını çekip çekemeyeceğini uzun kollarıyla deneyip anlamadan üzerine atlamaz.

Goril, çok tehlikeli bir hayvan olarak bilinse de, bu doğru değildir. Aslında son derece sakin ve çok az gıda ile doyduğu zaman bile kendini rahat hisseden bir hayvandır. Tek doğal düşmanı leopardır. Hemcinsleri ile kavga etmez. Goriller genelde küçük aile grupları halinde yaşarlar. Grup, erkek bir lider, 4-5 dişi ile yavrulardan meydana gelir. Grup lideri en az on yaşında olur. Gümüş beyazı sırtı sayesinde hemen tanınır. Zaten bu sebepten dolayı erkek gorillere "gümüşsırt" denir. Grubun hareketi lider tarafından yönetilir. Erkek goril, bazan sürüsünde otoriteyi sağlamak için iki ayağı üzerine dikilerek kızgın vaziyette göğsünü yumruklar. Yan yan yürüyerek sinirli kükremeleriyle çevresine gözdağı verir.

Goriller, filiz, yaprak ve meyvelerle beslenirler. Beslenmek için gündüzleri her yerde dolaşırlar.Göçebe olanları her gece bir yerde kamp kurar. Dişi ve yavrular ağaçların orta yükseklikteki dallarında yuva kurarak orada yatarlar. İri gövdeli erkekler ise, ağaç dibinde dallardan yaptıkları basit yataklarda sırtlarını ağaca yaslamak suretiyle oturarak uyurlar. Goriller yuvalarını her gün yeniden tertipleyerek döşerler.

Goriller sadece Afrika'da yaşarlar. Dağ gorillerinin başında uzun bir saç perçemi bulunur. Ova gorillerinde bu yoktur. Gorillerin nesli, kaçak avcılar yüzünden tükenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dağ gorilinin nesli tükenmek üzere olup sadece Ruanda, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Uganda'da yaşar. Doğada sadece 280-300 dağ gorili kalmıştır. Ova gorili ise, Kongo, Gabon, Kamerun, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Orta Afrika Cumhuriyetinde yaşar. Ova gorilinden ise doğada 15.000-30.000 adet kalmıştır. Rakamlar tahminidir.

Panda

Dev panda, Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) için ayrı bir anlam taşır, çünkü bu sevimli hayvan 1961 yılından beri vakfın sembolü. Dev panda ayrıca anavatanı olan Çin’in de milli amblemi. Siyah-beyaz kürküyle dikkat çeken dev pandaların boyu yaklaşık 1,5 metre, ağırlığı ise 100-150 kg arasındadır. Bambu ormanlarında yaşayan dev pandalar, günde 12-38 kg kadar bambu ağacı yiyerek hayatta kalır.

Dev panda Çin’in Yangtze Havzası’ndaki bambu ormanlarında yaşar. Bu havza, biyoçeşitlilik açısından dünyanın en zengin bölgelerinden biridir. Burada nesli tehlike altında olan pek çok hayvan ve bitki türü barınır. Bu açıdan Yangtze Havzası’nın mutlaka korunması gerekiyor.

Çin’deki bambu ormanlarının giderek yok olması, pandaların hayatını da tehdit ediyor. Şu anda sadece 700 tane kalan pandaların 21. yüzyılın sonunda soylarının tükenmemesi için extra çaba sarfedilmektedir. Panda avlamanın cezası Çin'de ölüme çarptırılmaktır. Bu hayvanların da habitat kaybı yüzünden sayılarının azaldığı bilinmektedir.

Diğer bir adı bambu ayısı olan pandaların ağırlığı neredeyse 120 kilo civarında. Panda gününün büyük bir bölümünü bambu yemekle geçirir. Çok sevdiği bambuyu yiyebilmek için Çin’den başka bir yere gitmediklerinden, ne yazık ki nesilleri tükenmek üzere.

Pandalar çok tembel hayvanlardır. Dişleri bambunun sert kabuklarına uygun olarak sağlam ve keskin. Beslenmek onların yaklaşık 14 saatini alıyor. Hayvanat bahçelerinde yaşayan pandalar, doğal ortamlarında yaşayan pandalara göre çok daha farklı beslenebiliyorlar.

Yemek yemediği zamanlar panda sürekli uyur. Uyumadığında ise hiç acelesi yoktur ve çok yavaş hareket eder. Düşmanları kovaladığında bile paçasını kurtarır kurtarmaz ilk gördüğü ağaca atlar ve uykusuna veya yemeğine kaldığı yerden devam eder.

Hayvanlar aleminin en şefkatli annesi pandalardır. Yeni doğan panda ancak bir fare büyüklüğünde ve 100 gr ağırlığındadır.

Bebek pandanın gözlerinin açılması 6 hafta sürer. 3 aylık olduğunda tek başına yürümeye, 5 aylık olduğunda ise koşmaya ve bambunun tadına bakmaya başlar. Bebek panda bir buçuk seneden uzun bir süre annesinin yanında kalır. Ancak bu uzun dönemin sonunda tek başına yaşamaya hazırdır.

Bu dönemle ilgili en önemli ayrıntı pandanın çok şefkatli ve sevecen bir anne olmasıdır.

Anne panda bebeğine çok düşkündür, onu kolların arasında insanların bebeklerini salladıkları gibi sallar ve sabırla emzirir. Zaten hayvanlar aleminde de yavrularına karşı en sevecen hayvan pandalardır. Pandalar yalnızlığı sever.

Kutup Ayısı

Kutup ayısı (Ursus maritimus), 2006 yılında hassas türden tehlike altındaki tür kategorisine geçti. Kutup bölgesindeki buzulların erimesiyle yaşam alanı tehlike altına girmiştir. Tahminlere göre kutup bölgesindeki bu durum değişmezse önümüzdeki 45 yıl içinde türde yüzde 30'luk bir azalma olacak ve sonunda da tümüyle yok olacak. Yapılan ölçümler buzulların yüzölçümünün önümüzdeki yüzyıl içinde en az yarı yarıya azalacağını, hatta tümden yok olabileceğini ortaya koyuyor.

Kutup ayıları öylesine güçlü yüzücüler ki, dirimbilimcilerin büyük bir bölümü bunların karadan çok denizde yaşayan canlılar kapsamında ele alınmaları gerektiğine inanıyor. Ne var ki, küresel ısınma Kuzey Kutbu’ndaki buzulları erittikçe bu hayvanların büyük bir çoğunluğu açlıktan ölecek ya da sularda boğulup yok olacak.

Penguen

Çin pandaların soyunun giderek azaldığını gördükçe endişelenirken, şimdi de imparator penguenleri sorunu ortaya çıktı. Tasmanya'nın güneyinde Antarktik kıyısında yaşayan imparator penguenleri büyük bir hızla azalıyor. Bölgedeki buzlar eridikçe hayvanların sayısı da düşüyor. Penguenlerin sayısı son 50 yılda 3 bine kadar düştü. En büyük ölüm oranına 1976-1980 arasında denizde buzların azalması sırasında rastlandı.

Kısa gagalı yunus

Kısa gagalı yunus (Delphinus delphis), Akdeniz alttürüdür. Son 40 yıl içinde türün nüfusu aşırı avlanma ve yaşam alanlarının bozulması sonucu %50 düşmüştür.

Mamut

Mamut (Fransızca mammouth < Rusça: mamont <rusçaya Yakutçadan geçtiği düşünülür) filgiller (Elephantidae) familyasının nesli tükenmiş bir cinsi. Son buzul çağında Kuzey Amerika, Avrupa, Asya ve Afrika'da birçok farklı türleri ile yayılım göstermiştir.

4,5 m boy ve 8 ton ağırlığa kadar varan bu cinsin son üyeleri M.Ö. 1700 yılında yaşamıştır.

Bilimsel adı Mammuthus, Mammut cinsi ile karıştırılmaması gerekir. Mammut sadece Amerika kıtasında yaşamış olan ve mamutlarla uzaktan akraba olan mastodontlar (Mammutidae) familyasının bir cinsidir. Bu hortumluların daima 4 adet uzun dişleri olmuş ve onlarında mamutlarda olduğu gibi buzul çağında uzun tüylü türleri ortaya çıkmıştır.

Sınıflandırma 

Mamutlar Pliozen çağının ortalarında Afrika kıtasında ortaya çıkmış, ve oradan Avrasya'ya ve Kuzey Amerika'ya yayılmışlardır. Zamanla soğuğa ayak uydurmuşlardır. Bulunan en eski mamut kalıntıları 4 milyon yaşındadır ve Etiyopya'nın Afar bölgesinde bulunmuşlardır. Bu Mammuthus subplanifrons türüne ait olan kalıntılar Kenya ve Güney Afrika'da da bulunmuştur. Bu tür yaklaşık 3 milyon yıl var olmuş ve peşinden Kuzey Afrika'da Mamuthus africanavus türü ortaya çıkmıştır. Bu türden hiçbir başka tür gelişmeden ortadan kaybolmuş, ya da bu türden Güney fili gelişmiş olabilir. Güney filinden 750.000 yıl evvel step mamudu, ve step mamudundan yünlü mamut gelişmiştir. Kuzey Amerika'da yaşamış olan preri mamudu da yaklaşık 1,5 milyon yıl evvel Kuzey Amerika'ya kadar yayılmış olan güney filinden gelişmiş olduğu tahmin edilir.

Pleistozen çağının geç dönemlerinde yünlü mamut insanların av hayvanlarından biriydi. Bunun kanıtı birçok mağaralarda bulunan duvar resimlerinde görülmektedir. Ortadan kaybolmalarının nedeni fazla avlanmış olmaları mı, yoksa buzul çağının sonundaki büyük iklimsel değişiklikler mi olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Kuzey Amerika'daki ânî yok olmalarının nedeni olarak bir Meteorit grubunun Dünya'ya çarpması olabileceği, bunun da «Genç Drias»'ın başlangıcını açıklayabileceği, bir A.B.D. araştırmacı grubu tarafından önerildi[1]. M. Ö. 8000 yıl evvel mamutlar Avrupa'da ve Asya'da ortadan yok olmuşlardır. Aynı dönemde Homo sapiens insanlarıda (modern insanlar) güneyden beri bu bölgelere doğru yayılmışlardır. Sadece doğu Sibirya'nın Wrangel Adası'nda ufak mamut popülasyonları M. Ö. 1700'e kadar hayatta kalabilmişlerdir.
Mamut kalıntılarının bulunuşu 
Dudinka'nın kuzeyinde Yenisey'de bulunan mamut kemikleri

Rusyanın Asya'da kalan kısmında hala günümüze kadar buzun içinde bütün şekilde muhafaza edilmiş mamut bedenleri bulunmaktadır. Bu mamut cesetleri hep etrafında bulunan buzun erimeye başlaması ile kilometrelerce uzaklara kadar yayılan çürüme kokuları sayesinde bulunmuşlardır. Bu binyıl kadar buzun içinde muhafaza edilmiş bedenler buzun dışında kaldıklarında çürüyerek ve leş yiyicilere yem olarak bir kaç hafta içerisinde yok olur.

Sibirya'da doğaya bağlı yaşam şekli sürdüren Dolganlar ve Yakutlar gibi bazı Türk halkları'nda mamutların yeraltı aleminde yaşayıp Erlik Han'a hizmetçilik ettikleri anlatılır. Yeraltı aleminin efendisi Erlik Han mamutları ceza olarak yeraltına almıştır. Eğer mamutlar oradan kaçıp yeryüzüne çıkmaya çalışırlarsa derhal buz kesilip ölürler. Sibirya'nın doğal yerlileri Tundra ikliminin binyıldır çözülmemiş toprağından dışarıya dikilir şekilde buldukları bu garip dev hayvanların dişleri ile çadırlarını süslemiş, postlarını ısınmak için kullanmış ve hatta donmuş etini eritip yemişlerdir. Günümüze kadar Dolganlar'da hâlâ mamutların fildişiyle yapılmış ev eşyaları ve süsler bulunmaktadır.

Bugün Dolganlar mamut bedenleri bulduklarında bunu bilimcilere bildirip mamut araştırmacılığına katkıda bulunmaktadırlar.
Bulunan yerler
1912 yılına kadar mamut ve yünlü gergedan bedenleri bulunan noktalar (Digby'nin:The Mammoth adlı kitabından, 1923)

Mamut araştırmacılığı açısından en önemli olan kazılar Rancho La Brea'da bulunan katran çukurlarında yapılmışdır. Diğer mühim bir kaynak Bechan Cave de bulunan bir mağaradır. Bu mağara 1.500 yıl boyunca preri mamutları tarafından kullanılmışdır.

Yeni Sibirya Adaları'nda da çok sayıda kalıntılar bulunmuştur. Bu adalar, mamut fildişleri arıyan rus tüccarları tarafından keşfedilmişdir.

26 Aralık 2010 Pazar

Ankylosaurus

Ankylosaurus, (anlamı: sert zırhlı kertenkele), 70-65 milyon yıl önce yaşadığı düşünülen bir dinozor türüdür.

Otobur beslenen bu tür 7-10 metre boyunda ve 4-7 ton ağırlığındadır. Dört bacağı üzerinde yürür. Ön bacakları arkadakilerden daha kısadır. Sırtı kemik ve plakalarla kaplıdır. Başının arkasından kuyruğuna kadar iki sıra diken bulunmaktadır. Kuyruğunun ucundaki taş gibi kemiği ile çok büyük kayaları bile parçalayabilirdi.

Tyrannosaurus

Tam ismi Tyrannosaurus rex olan dinozor. Bu adın anlamı tiran sürüngenlerin kralıdır. 14 metre uzunluğunda ve 5-6 metre boyunda bir dinozordur. Et ile (özellikle de diğer dinozorlarla) beslenir. Bundan 67 milyon yıl önce Kuzey Amerika, Çin ve büyük bir olasılıkla Güney Amerika ile Hindistan'da yaşamıştır.
yrannosaurus, dört araba uzunluğunda, en uzun zürafa boyunda ve Afrika filleri ağırlığında bir canlıydı. Uzun boylu bir insanın başı ancak bacağının yarısına ulaşabilirdi.

Tyrannosaurus 'un çıkardığı seslerin nasıl olduğu bilinmiyor. Ancak bu sesleri, yavrusunu çağırmak ya da diğer Tyrannosaurus 'larla haberleşmek için çıkardığı tahmin ediliyor.

Arka ayakları oldukça büyük olmasına rağmen ön ayakları oldukça küçük ve vücudunun ön kısmındaydı. Arka ayaklarında üçü önde biri arkada olmak üzere dört parmak, ön ayaklarında iki ince parmak bulunuyordu. Ön ayakların tam olarak ne işe yaradığı bilinmiyor. Bu ayaklar ağzına yemek götüremeyeceği kadar kısaydı. Bazı uzmanlar ön ayaklarının Tyrannosaurus 'un doğrulmasına yardımcı olduğunu söylemektedirler.

Ağır kafasını kısa ve güçlü bir boyun tutuyordu. Ağzında 20 cm lik dişler bulunuyordu. Avını daha iyi tutabilmesi için dişleri hafif içeri kıvrıktı. Köpekbalığı gibi Tyrannosaurus da avını ısırdığında kurbanının, ağzından kurtulma şansı hiç yoktu. Üstelik de herhangi bir dövüş sırasında kırılan dişi tekrar uzuyordu.

Tyrannosaurus, güçlü arka ayakları üzerinde yürüdüğü zaman dengesini uzun ve kalın kuyruğu ile sağlardı. Son zamanlarda leşçil olduğu hakkında dedikodular çıkmıştır fakat bu dev canlının leşçil olma ihtimalı çok zordu.Çünkü saatte 60 km hız(bir etobur dev dinozora göre çok hızlı)a erişebiliyordu.En hızlı dinozorlardan olan gallimus ları bu sayede yakaladığı tahmin ediliyordu.Dinazorlar aleminde en büyük burun deliklerine sahipti yaklaşık olarak kanın 3 km uzaktan kokusunu alabiliyordu.Gözleri küçük olduğundan pek de iyi göremiyordu.Bu yüzden her zaman koku alma duyusuna güvenmiştir.En büyük özelliği ise dünyanın en güçlü çenesine sahip olmasıdır.Bir ısırıkta 250 kg kemikli eti kopara biliyor ve 2 ısırıkta bir insanı yutuyordu.Bu çenesi sayesinde diğer bütün etobur dinozorları öldürebiliyordu.T rex lerin yaşadığı zamanda pek de düşmanı yoktu mönüsünde Triceratop,gallimimus,parasaulophus vb dinozorlar vardı.Bir leş kavgasında ise 2 allasaur u uzak tutabilirdi.İşte bu yüzden trex hem en güçlü dinozor hem de kraldı.

Spinosaurus


Spinosaurus 100 ya da 93 milyon yıl önce kretase döneminin albiyen katından erken cenomanian katına kadar şimdiki Kuzey Afrika'da yaşamış olan teropod dinozor cinsidir. Alman paleontolog Ernst Stromer tarafından tanımlanan bu cins ilk olarak 1910'larda Mısır'da keşfedilen kalıntılardan biliniyor. Bu kalıntılar 2. Dünya Savaşı esnasında yok edildi, ancak kafatasına ait ekstra parçalar son yıllarda gün yüzüne çıktı. Tanımlanan fosillerin bir veya iki türe ait olduğu konusu açık değildir. Fas'ta toparlanan S. marocannus potansiyel bir tür olmasına rağmen cinsin en iyi bilinen türü Mısır'daki S. aegyptiacustur.

Spinosaurus 'un omugasından dışarıya doğru genişlemiş olan 2 metreye kadar erişebilen uzun ayırdedici çıkıntıları bulunur. Bazı yazarların bunun kaslarla kaplı kambur veya kabartı şeklinde olduğunu öne sürmesine rağmen muhtemelen yelkenli şeklindeki bu çıkıntılar deri ile birbirlerine bağlıydılar. Bu yapı için termoregülasyon ve gösteriş de dahil çok yönlü işlevler öne sürüldü. Yapılan son tahminlere göre Spinosaurus bilinen bütün etçil dinozorlar içerisinde (Tyrannosaurus rex ve Giganotosaurus da dahil) en büyük olanıdır. Bu tahminlere göre Spinosaurus yaklaşık olarak 16, 18 metre uzunluğunda ve 7, 9 ton ağırlığındadır

Oviraptor

Oviraptor, (anlamı: yumurta hırsızı), 88-70 milyon yıl önce yaşadığı tahmin edilen hepçil bir dinozor türüdür.

Boyu 1,5-2 metre civarında ağırlığı ise 25-35 kg arasında değişir. Saatte 70 km hız ile koşabilme yeteneği vardır. Papağana benzer başında ibiği ve dişsiz bir gagası vardır. Beyninin vücuduna oranı diğer dinozorlardan daha büyüktür.

Deinonychus

Deinonychus, (anlamı: korkunç pençe), 110-100 milyon yıl önce yaşadığı tahmin edilen etçil bir dinozor türüdür. 1,5 metre boyunda ve 80 kg ağırlığındadır.

Hafif yapılı ve hızlı hareket eden bir dinozordu. İki bacağı üzerinde yürüyen ve kuşa benzeyen bir hayvandır. Esnek ve kıvrık bir boynu vardır. Çok güçlü çene, dişlere ve pençelere sahiptir.

Styracosaurus

Styracosaurus zırh giymiş bir şövalyeyi andıran günümüz Alberta’sında (Kanada) yer alan ovalarda önemli bir konuma sahipti. Aynı kemik yataklarında, gergedan boyundaki bu otçullardan çok sayıda bireyin tanımlanmış olması, sürüler halinde dolaştıklarına işaret ediyor. Boynuzlu dinozorların çok iyi anlaşılmış bir grup olduğunun altını çizen Hans–Dieter Sues, “Atalarının burunları üzerinde küçük bir yumru vardı ve sonra kafataslarının ardında küçük bir yaka gelişti,” diye devam ediyor.

Compsognathus

Compsognathus’un anlamı 'zarif çene' (Yunancada compsos-anlamı ‘zarif ' ve gnathos rafine-anlamı ise çene demektir), Compsognathus etçil bir dinozordur. Bu dinozor son Jura Devri yaşayan bir tavuk boyutunda olduğu için Avrupa’da bulunur.Yani fosili Almanya, Fransa ve Portekiz'de bulunur. Compsognathus en küçük dinozor olarak biliniyordu. Ancak, bazı bilim adamları ise en küçük olmadığını iddia ediyor. Yediği küçük kertenkele ve memelileri parmaklarıyla yakalar keskin dişleriyle parçalar ve garip bir özellik olarak çiğnemeden yutardı.

Triceratops

Triceratops, 68-65 milyon yıl kadar önce (Geç Kretase dönemi) Kuzey Amerika'da yaşamış otobur bir dinozor türüdür. Kretase döneminin sonunda pekçok canlının yokolduğu büyük felakete kadar yaşamış son dinozor türlerindendir. Triceratops, iri, dört ayaklı bedeni; büyük, kemikli bir yaka ve üç boynuz taşıyan başı; günümüz gergedanlarına olan benzerlikleri ile en kolay tanımlanabilen dinozor türlerinden biridir. Ayrıca, bilinen en büyük etobur dinozorlardan olan Tyrannosaurus ile aynı alanı paylaşmıştır ve onun avladığı hayvanlardandır.
Tanımlandığı 1887 yılından bu yana, henüz tam bir fosili bulunmuş olmasa da, toplanan pek çok kısmi kalıntıdan hareketle iyi tanınan bir dinozordur. Kafalarındaki yakanın ve boynuzlarının fonsiyonu, uzun süre tartışmalara konu olmuştur. Çoğunlukla avcılara karşı savunma silahları olarak görülürler. Ayrıca yeni teorilere göre; bunlar, tıpkı günümüz hayvanları gibi, tür içinde kur yapmak ve üstünlük göstermek amacıyla kullanılmış olabilirler.

Triceratops, paleontologlar tarafından grubu içinde tam olarak nasıl yerleştirileceği konusu tartışılsa da, ceratopsid dinozorlar arasında en iyi bilinenidir. Triceratops horridus ve Triceratops prorsus ismi verilen iki türü geçerli sayılır. Bununla beraber başka pekçok isimlendirilmiş örneği de vardır.

Ceratosaurus

Ceratosaurus, (anlamı: boynuzlu kertenkele), 156-145 milyon yıl önce yaşadığı tahmin edilen etçil bir dinozor türüdür. 4-6 metre boyundaki bu türün ağırlığı genellikle 500 kg 1 ton arasındadır.

İki bacağı üzerinde yürür ve boynu "S" şeklindedir. Burnunun ucunda bir boynuz yer alri keskin gözlere sahiptir. Gözlerinin üzerinde kemiksi yumrular vardır.

Carnotaurus

Carnotaurus (Etçil Boğa) iri bir etoburdu. T-Rex ve Allosaurus 'la aynı gruptandı. Çukur bir kafatasına ve gözlerinin hemen üzerinde bulunan kısa boynuzlara sahipti. Uzun ve kaslı bacakları avından daha hızlı olmasın sağlıyordu. 9.0 metre uzunluğunda ve 3.5 metre boyunda olabiliyorlardı. Ve avlarını pusuya yatarak beklerlerdi.

Brachiosaur

Brachiosaurus ismi Yunanca brachion(kol) ve sauros(kertenkele) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur.

İlk kez 1900 yılında Batı Kolorado'da (ABD) bulunmuştur. 1903 te Elmer S. Riggs tarafından tanımlanmış ve bu isim verilmiştir. 1909'da Werner Janensch Tanzanya'da (Afrika) pekçok fosil daha bulmuştur. Afrika ve Kuzey Amerika'da fosilleri çokça bulunmaktadır.

Brachiosaurus bilinen en uzun boylu ve büyük dinozorlardandır. Uzun bir boynu, küçük bir kafası ve nispeten kısa bir kuyruğu vardır. Diğer sauropodlar gibi dört ayak üzerinde yürür; ama onlardan farklı olarak ön ayakları arka ayaklarından daha uzundur. Bu sıradışı ön ayaklar ve uzun boynu, ona zürafa benzeri bir duruş verir ve yerden yüksekliği 12-16 metreye kadar çıkabilir. Brachiosaurus 25-26 m uzunluğa ve tahminen 30-60 ton ağırlığa ulaşabilir.

Diğer brachiosauridler gibi keski benzeri dişleri vardır ve burun delikleri başının tepesindedir. Alt ve üst çenesinde öne doğru eğimli 26'şar dişi bulunmaktadır. Brachiosaurus bir otoburdur ve muhtemelen yüksek ağaçların yapraklarıyla beslenir. Sürüler halinde yaşarlar ve yemek için göç edebilirlerdi. 100 yıl kadar yaşayabildikleri düşünülmektedir.

Apatosaurus

Apatosaurus, (anlamı: aldatıcı kertenkele) Jura döneminin sonunda, yani günümüzden 140 milyon yılı aşkın süre önce Kuzey Amerika’nın batı kesiminde yaşamış otçul dev boyutlu dinozor türü. Dinozorlarla ilgili pek çok filmde ve kitapta kullanıldığı adıyla Brontosaurus da denen bu dev boyutlu dinozora, paleontoloji uzmanları, Apatosaurus adını vermişlerdir. Brachiosaurus,Diplodocus ve Camarasaurus gibi başka dev boyutlu dinozorlarla birlikte, Sauropoda alttakımını oluşturur


Fiziksel özellikleri 

Apatosaurus ’un dev, varil biçimi bir bedeni vardı; ayakları 5 parmaklı, bacakları kısa ve kalın, kuyruğu ve boynu uzundu. Toplam uzunluğu 25 m’yi aşıyor, ağırlığı 18-32 ton arasında değişiyordu. İnce uzun kafatası kısa, ama sivri dişlerle donanmıştı. Kafatası ve beyin bağlantıları zayıf olduğundan, genellikle başsız bulunan Apatosaurus 'ların ilk iskeletini bulan (1979) ABD’li paleontoloji uzmanı O.C.Marsh, hemen yakında bulduğu, günümüzde Camarasaurus adı verilen bir dinozorun kafatasının, Apatosaurus iskeletinin eksik parçası olduğunu sanmış, bu yüzden 1970 yıllarında bu yanlış düzeltilinceye kadar, Apatosaurus basık burunlu bir kafası ve burgu gibi dişleri olan bir dinozor olarak betimlenmiştir.

Yaşayış biçimi 

Paleontoloji uzmanları uzun süre, Apatosaurus ’u göllerde bataklıklarda ve ırmaklarda beslenip dolaşan bir yarı su canlısı sanmışlardır. Bu düşünce, hayvanın bacaklarının o ağır bedeni taşıyamayacağı, dolayısıyla da, bedenini hareket ettirmesi için suda yaşaması gerektiği düşüncesinden kaynaklanmış, bazı bilim adamları uzun boyunun 6–8 m derinlikten soluk almasını sağladığı görüşünü öne sürmüşlerdir. Ama bu kuram görünüşte çökmüştür; Birkaç metre derinlikteki su basıncı bile soluksuz kalması için yeterliydi. En son kuram, bütün Sauropoda’ların karada yaşamış oldukları, boyunlarının uzunluğundan yararlanarak ağaçların üst yapraklarıyla beslendikleridir.